Seda’nın hikayesi (kendisi ben oluyorum)

Yayınlandı: Mayıs 18, 2011 / Paylaş & Rahatla

Okulda maruz kaldığım alayları sınıflandırırsak (evet, bu konuda hayli bereketli bir hayatım oldu) sanırım en kalabalık kategoriyi “kafa alayları” alacaktır. Babam iri uzuvlara sahip bir adamdır. Annem de ufak tefek sayılmaz. Bir de üstüne benim yan etkisi “beynin suyla doluyor, kafan kocaman oluyor” (bu tip bir şey demişti bir arkadaş benim o hastalığa sahip olduğumu bilmeden, çok gülmüştük o gece C.’ye) hastalığımı ekleyince, evet, benim annemin doktor deyimiyle “normalin üst sınırında” bir kafam var idi. Ancak, burada bu şekilde yazılınca benim kafamın inanılmaz büyüklükte, “kafadan sağa dön, orada beni bekle”, “hani şehrin merkezindeki the kafa AVM var ya, orada buluşalım” tarzında bir kafamın olduğu da düşünülmesin. Normalin üst sınırları seni seven, sadistik alay etme ihtiyacına sahip olmayan insanlara göre “sen aslında buna rağmen çok güzelsin” olabilecekken, alay etme heyecanıyla gözleri etrafı tarayan alayedicilere göre inanılmaz bir fırsattır. Ki benim süper okulumda bu ikinci kategoriden çokça vardı. Öyle ki özellikle okulumun ilk birkaç yılı kafam – benden bağımsız olarak – epeyce popüler oldu. Nedense bu konuda özellikle servisteki anılarım geliyor aklıma. “Basketbol topundan bile büyük oğlum” lafını çok net hatırlıyorum mesela. Ya da kafamı arkamda oturan bir çift elin ölçtüğünü, arkadan gelen gülüşmeleri, onlar kadar hazırcevap olamadığımdan bunu görmezden gelmeye çalışmamı, eve gidene kadar üzüldüğümü belli etmeden sabit oturmaya çalışmanın verdiği yorgunluğu ve eve varmanın dayanılmaz mutluluğunu.

Kafa benim için o günlerde inanılmaz merkezi bir güzellik unsuru idi. İnsanlar kafa kriterine göre güzel ve çirkin reyonlarına yerleştiriliyorlardı. Kafası büyük olanlar otomatikman çirkin olarak damgalanıyor, kafası küçük olanlar haklı olarak güzellik kraliçesi ve kralı edalarıyla etrafta cirit atıyorlardı. “Onun küçücük kafası yeter be!”

Sonra ne oldu bilmiyorum, bir şey bu algıyı kırıverdi. Keşfettim ki aslında bizim kafanın üzerinde birkaç tane olmak üzere, bir sürü başka uzvumuz da varmış. Gözlerimiz, burnumuz, ağzımız, kollarımız, bacaklarımız! Hani illa güzel olacağız diye bir kural yok ama güzellik diye bir şey varsa o da bir bütünmüş. Bu gözle bir daha baktım o günden sonra benimle alay edenlere. Bir sürüsü bildiğin küçükkafadan ibaretmiş meğer. Enteresandı o değişimi yaşamak. Çok zaman aldı tabii, ama mutlu son.

Benim bu kafa kompleksimi aşmam çok uzun zaman aldı. Arkadaşlarıma bahsedebilmem, psikiyatra bahsedebilmem (kadın şöyle bir arkanı dönsene deyip beni güzel olduğuma ikna etmek için kaç seans harcadı acaba!)…Hala daha şapkalarla aram pek hoş değildir örneğin!

Herneyse bu süreçte enteresan şeyler de oldu tabii. Örneğin serviste benimle kafam dolayısıyla dalga geçen bir çocukla kafası dolayısıyla dalga geçilirken ben (onlar farkında değildi ama) önde oturuyordum. Seninle dalga geçen insan (ve dolayısıyla senin gözüne enteresan bir şekilde kusursuz görünen insan) ile dalga geçilmesi hakikaten çok şaşırtıcı. Hele ki tam da seninle dalga geçtiği uzuvla dalga geçiliyorsa! Ancak fark şu oldu ki, çocuk bir hazırcevaplık örneği gösterdi, oradaki herkes güldü ve konu bir daha açılmadı. Ama benim gözümdeki bir perde daha o anda bir daha geri gelmemecesine yok oldu! Bir başka unutamadığım anı da şudur: Bir gün okulun bahçesinde yürürken hiç tanımadığım, okula yeni girmiş bir kız gelip, son derece saf bir şekilde “abla, sana neden uzaylı diyorlar?” diye sormuştu. Diyecek hiçbir cevap bulamamış, sadece gözlerimi doldurabilmiştim. Son olaraksa benimle serviste dalga geçen bir çocuğun bir şekilde numarasını almıştım. Kendisi benden epey büyüktü. Onu arayıp beni çok üzdüğünü söylemiş ve hatta bir-iki dakika da kendimi tutamayıp ağlamıştım. Kendisi bu duruma çok şaşırdığını, çünkü serviste domuz gibi tepkisiz oturduğumu (bu zamanla kazandığım inanılmaz bir özelliğimdir) söylemiş ve birdaha benimle dalga geçmeyeceğine dair söz vermişti. Gerçekten de öyle oldu. Bu da böyle bir başarı hikayesidir.

NOT: Taksim’de kafası aşırı derecede küçük bir sokak adamı var. Yerde oturur hep, bir şeyler satar. Ona her bakışımda gülesim geliyor. “Sen yanlışsın, ben yanlışım. Kim doğru be abi” diyesim geliyor. Sonra bu isteğimi bir sonraki sefere erteleyip yürümeye devam ediyorum.

Yorum bırakın